11 Mart 2010 Perşembe

Yeniden ilk adım

Kendi ilk adımımı hatırlamıyorum. Herhalde ilk adımımı atmak için hem çok cesaretli, hem de çok istekli olmuş olmalıydım. Tahminen onlarca denemeden sonra, bir iki popo üstü oturma, yüz üstü kapaklanma, sağa sola çarpmadan sonra önce bir yerlere tutunarak ve çevremden yardım alarak, daha sonra ise herhalde gözümü karartıp o ilk adımı atmışımdır.

Çocuklarımın attıkları ilk adımları sanki şu an yanı başımdalar gibi net hatırlıyorum. Annelerinin elini bırakmamak için kendileri ile verdikleri savaşı, benim elime olan uzaklığın gözlerinde nasıl büyüdüğünü, hiç aşılamaz gibi gelen o bir metrelik mesafeyi gözlemlemelerini, etraflarından gelen destek dolu sözcüklerin onlara sağladığı gücü, düşmekten artık korkmadıklarını hem kendilerine, hem de en büyük destekçileri olan bizlere kanıtlama arzularını ve en önemlisi artık kendi başlarına ayakta durup adım atmaları gerektiğini hissetmelerini hatırlıyorum. Şanslı bir babayım. Her iki oğlumun ilk adımlarını görme şansına eriştim.

Peki, bizler kendi başımıza ayakta durmayı, yürümeyi, koşmayı, sıçramayı ve hatta yüzmeyi bile biliyorken, neden yere düştüğümüz zaman tekrar ayağa kalkıp o ilk adımı atmakta bu kadar zorlanıyoruz? Boşanmak, ayrılmak, hatta sevdiklerimizi kaybettiğimiz zaman tekrar ayağa kalkıp o ilk adımı atmamız, her şeyi bilmemize rağmen, neden bu kadar korkutucu ve zorlayıcı oluyor?

Çocukların attıkları ilk adımda yaşadıkları ile bizim kendi hayatımızda yeniden ilk adımı atmak arasında o kadar çok benzerlikler var ki. Bizler de aynı çocuklar gibi hayatımızın bir dönemini paylaştığımız insanların ellerini bırakmak istemiyoruz. Her zaman bizim elimizden tutmasını, her an yanımızda olmasını istiyoruz. Bekli biraz daha fazla sarılabilmek, bir kere daha öpebilmek istiyoruz. Onun aslında orada olmadığını düşünmüyoruz. Çocuklarımızın ayakta kalması için onları desteklerken biz, ellerimizin boş kalma hissinden korkuyoruz.
Bir adım atmadan önce biz yalnız yürümemiz gereken mesafeyi tahmin edemiyor, daha adımımızı atmadan, mesafenin çok uzun olduğunu hayal ediyoruz. Etrafımızda her zaman bize destek çığlıkları atan dostlarımızı, arkadaşlarımızı, hatta ailelerimizi görmemezlikten, duymazlıktan geliyoruz. Onlar avazları çıktığı kadar tezahürat yaparken, biz ayağa bile kalkmadan yükseklikten korkuyoruz.En önemlisi, cesaretimizin olmadığını düşünüp ilk adımı atmamız için içimizden gelen hatta fışkıran arzu ve cesaretimize bile sırt çeviriyoruz.
Belki uzunca bir süre, beklide yaşadığımız olaydan sonra tüm hayatımız boyunca, içimizden ve çevremizden gelen o harika, mutluluk, coşku dolu seslere kulaklarımızı tıkayıp, kendi kabuğumuz içinde, artık olmayan elleri tutmaya çalışıp ayağa kalkmaya bile çalışmıyoruz.

Ben çocuklarımın ilk adımları atması için onlara nasıl destek verdiysem, şimdi de onlara hayat yolunda düşe kalka nasıl koşmaları gerektiğini öğretiyorum. Sevgi ile, mutlulukla, destekle koşarken düşebileceklerini, kendi başlarına ayağa kalkmaları gerektiğini ve kendi başlarına daha az düşmeleri gerektiğini öğretmeye çalışıyorum. Hiçbir zaman bana bakıp düştüğünde yerde kalan değil, aksine her düşüşte daha gülcü, daha heyecanlı, daha azimli, ayağa kalkan bir ve kaldığı yerden koşmaya başlayan örnek görmelerini sağlıyorum. Artık ellerini tutarak değil, yan yana koşarak hayatı yaşamamız gerektiğini öğretiyorum.
Hepimizin bir noktada öğrenmek zorunda kalacağı gibi…..
Yeniden ilk adım atmayı öğretiyorum.Bende onlarla yeniden ilk adımlarımı atıyorum.
Hafta Sonu Babası

Hiç yorum yok: