26 Ağustos 2010 Perşembe

Degisim..

Değişebileceğini düşünmezdim.
Değişmeyeceğini biliyordum.
Hiç bir zaman aynı olamazdı.
Hiç bir zaman aynı olmayacaktı.
Daha güzeli, daha mutlusu, daha heyecanlısı, daha eğlencelisi, daha yoğunu,
En önemlisi daha sevgi dolusu, hiçbir zaman olmayacaktı….
Ama oldu  ve değişim başladı…!
Zaman aldı, zor zamanlar oldu, hayatın her yönünü, hataların her türünü sorgulayacak çok zamanlar oldu. Hata kimde? Nerede hata yaptım? Nerede hata yaptık? Neyi daha iyi yapsaydık da, bu durumlara düşmeseydik? Neyi eksik yaptık? Neyi eksik yaptım? Neden? Nasıl? Niye?
Geçen zaman içersinde binlerce soru sordum kendime? Bazılarının cevabını kendi kendime verebildim. Bazı sorular ise öylece havada asılı kaldılar.
Çocuklarım nasıl zarar görmeden atlatabilirler bu travmayı? Kendi hayatımdan daha neler katabilirim ki çocuklarım daha mutlu olsunlar ve hiçbir üzüntüyü hissetmesinler. Onlara tüm zamanımı verebilsem acaba daha mutlu edebilir miyim? Her şeyin en iyisini hak ettiklerini bilip acaba neyi eksik yapıyorum da daha az mutlu oluyorlar?
Ama değişim o kadar kuvvetli, o kadar şiddetli, o kadar ani geldi ki. Ne aklımdaki soruları, ne de aklıma gelecek soruları düşünebilecek zaman bıraktı bana.
Zaman yetmez oldu. Hem çocuklarıma hem de değişime….
Doğru insan, doğru zamanda bir gün içinde devrim yaptı. Kendime gelmem zaman aldı, hala zaman istiyor.
Değişim başka soruları ve sorularla beraber eski soruların cevaplarını getiriyormuş. Bu kadar karamsarlıktan sonra güneşin doğuşunu gösteriyor insana…İçini ısıtan, kasveti ışığa gömebilen, havada kalan son toz tanelerinin yansımalarını sabah melteminin hafifliği ile yavaş yavaş  dışarı atan, kapıdan çıkan her toz zerreciği ile yeni, sıcak ve harika bir güne havayı temizleyen, astım ilacı gibi temiz havanın içine dolmasına izin veren katalizatör oluyormuş.
Değişimin adı AŞK..
Yeni soruların listesi çok uzun ama bir o kadar da kısa galiba.
Sevgi ile bu güne kadar çocuklarıma bir travma yaşatmamayı başarabildiysem, Aşk ile çocuklarıma kendi mutluluğum ile neler yapılabileceğini  onlara göstermek istiyorum. Başarılı olacağını biliyorum ve değişimin onlara çok daha fazla bilgelik katacağına inanıyorum…
Doğru insan, doğru zaman ve saf sevgi benim hayatımı pozitif yönde değiştirdiği kadar çocuklarımızın hayatını da değiştireceğine inanıyorum.
Hayatımızda, değişime ve saf sevgiye yer açalım. Her şeyin bir akşamda değiştiğini göreceksiniz….
Haftasonu Babası

20 Haziran 2010 Pazar

Babam'a

Her erkek çocuğun hayatında mutlaka bir kahramanı vardır. Tıpkı benim de bir kahramanım olduğu gibi.
Sizin ulaşamayacağınız yerlere ulaşır, sizin yapamayacağınız şeyleri yapar, en büyük korkularınız onun için sadece bir eğitim malzemesi olur, O’nun yaptıklarını yapmak için belki bir ömür boyu uğraşırsınız ama hiçbir zaman O’nun yaptığı gibi yapamazsınız. Bir sihirbaz gibi sizin önünüzde duran engelleri kaldırır, tek bir hareketi ile yok eder engelleri, yollarınızı açar. Bazen size yol gösterir. Bazen sizin için çok doğru olan şeylerin yanlış olduğunu anlatır size. Siz her ne kadar söylediklerine kulak asmasanız bile, sonradan anlarsınız aslında ne kadar doğru ve sizin için faydalı bilgiler verdiğini. Bazen kızarsınız O’na. Sizin yaptıklarınızın tam tersini yaptığında. Ya da hayran olursunuz sizin yapamadıklarınızı anında yapabildiği için.
Küçükken sizin için ulaşılmazdır. Yanına girdiğinizde, sıcacık kollarında, dünyada hiçbir şeyden korkmaz olursunuz. Karanlıkta tuvalete gidemediğiniz zaman onu çağırır, hatta yanınızdan ayrılmaması için tuvalette sohbet etmek istediğinizi söyleyip, aslında ne kadar cesur olduğunuzu göstermek istersiniz. Duş alırken onu seyredip, O’nun gibi yıkanmaya çalışırsınız. O ne yapıyorsa aynısını yapmak için küçücük vücudunuzu şekilden şekle sokarsınız. O’nun yaptığı maketleri kırmak çok kolay gelse de, aynısını yapmanın ne kadar zor olduğunu yıllar sonra anlar, kendi yaptığınız maketlerin kırılmaması için onları cam dolaplara koyarsınız. O hangi sporu yapıyorsa O’nun yaptığı sporu yapıp daha başarılı olmaya çalışır, belki daha fazla çaba sarf edersiniz. Arkadaşlarınıza da O’nun ne kadar iyi bir sporcu olduğunu anlatıp hava atmaya çalışırsınız.
Biraz büyüyünce, O da sizinle büyür ama artık siz kendinizi ondan üstün görmeye başlarsınız. Daha hızlı koşabilir, daha yükseğe sıçrayabilir, O’nu kollarınızla sıkabilir ve kazanabilirsiniz. O’ndan daha fazla yemek yiyebilir, dünyayı O’ndan daha iyi tanıyıp, karşı cins hakkında daha fazla bilginiz olduğuna inanırsız. Siz artık dünyayı kurtaran Kahraman olursunuz. O ise sadece, belki bir yardımcı…
Aslında, O’nun görünmez kahramanlık yeteneklerini geliştirdiğini fark etmeden kendinizi dünyanın merkezine koyarsınız kendinizi. O ise her adımınızda sizinledir. Belli etmeden, sahiplenmeden, sadece sizi siz olarak görmek istemesinden kendi korkularını kendi içine atarak takip eder. Bir gün yere düştüğünüzde hemen yanı başınızda elini görürsünüz. Siz fark etmeden O her zaman yanı başınızdadır.
Bir sonraki adımda artık karşı cinsle ilgili konuşma zamanınız gelmiştir ama tek doğru bilgi eski kahramanınızdadır. Her ne kadar aranızda ergenliğin uçurumları olsa ve O bu konuları konuşmaktan çekinse bile, gene O’nun yardım elini hissedersiniz hayatınızda…
Bir gün kahramanınız hiç beklemediğiniz anda yanınızdan ayrılıverir. Sessizce, habersizce, aniden.
İşte o zaman anlarsınız aslında kahramanınızın değerini. Beraber geçiremediğiniz zamanın paha biçilemez olduğunu. Karşılıklı paylaşamadıklarınızın ne kadar fazla olduğunu. Sıcaklığının aslında her an yanınızda olduğunu anlarsınız, teninizde soğukluğu hissedince. Soğuk getirir aklınızı başınıza ve anlarsınız aslında kahramanınızı ne kadar çok sevip ne kadar çok özlediğinizi.
Çocuklarınız olduğunda onlara en az kendi kahramanınızın size sunduklarını sunmak için çabalar ve O’nun gibi bir Baba olmak istersiniz… Çocuklarınıza kendi kahramanınızın size verdiği mucizeleri yaşatmak istersiniz….
Umarım ben de çocuklarımın kahramanı olacak kadar çok mucize yaratabilirim….
Babalar gününüz hep babalarınız ile birlikte olsun…

14 Nisan 2010 Çarşamba

Limon ağacı..

Limon ağacının baharda yaşadıkları bana insanları hatırlatıyor.  Bahçemde doğal hayatın içinde yetişen bitkilerin dışında saksıda yetişen sadece bir Limon ağacım var. Yanına nane, kekik, fesleğen gibi, oğlumun sözleri ile, yenilebilir yapraklar olsa bile Limon ağacının bir başka yeri var bahçemde.

Onun hayat ile savaşı, mücadelesi, kendi başına dahi vakur duruşu, çok hızlı büyümeden büyüme gayreti, hem büyümeye çalışırken, hem de meyve vermek için harcadığı çaba nedense beni büyülüyor.

Aslında küçücük almıştık onu. Bir çiçekçide kendi başına duruyordu. Üstünde iki tane sarı Limon. Plastik bir saksıda, kaderinde olanı bekliyordu. Bazı zamanlar bizlerin de beklediği gibi. Yarın sabah ne olacağını bilemeden. Karşısına birden biz çıkıverdik. Nedense onlarca Limon ağacı arasında onu seçtik. Aradan neredeyse on sene geçti. Biz hala bir şekilde beraberiz. Yaşamlarımız ve duygularımız çok birbirine benziyor.

Son on sene içersinde onunla beraber en az 10 değişik mekânda yaşamışızdır.  Bazen ikimiz de yaşadığımız yerleri sevdik. Beraber çiçek açtık. Bazen mekânlar bize kötü davrandı, yaprağımız bile kalmadı üzerimizde. Öyle günlerimiz oldu ki, neredeyse her gün meyve verdik. Bazı meyveler üstümüzde kaldı, bazıları toprak olup yeniden bize can vermek için girdi içimize. Biz farkında bile olamadık. Sevdiğimiz de, sevmediğimiz de nerdeyse aynıydı.

Bu bahar ilişkimizde ilk defa bu kadar çok çiçek açma çalışması yaparken gördüm benim Limon ağacımı. Tıpkı yaratmaya çalışmanın zorluklarını yaşadığım gibi. O kadar küçük bir ağacın her yerinden onlarca, ama yüzlere yakın, çiçek başı verdi. Nasıl başa çıkacak bilmiyorum. Su veriyorum, vitamin veriyorum hatta arada bir reiki veriyorum ve merakla bekliyorum. Ne zaman ilk çiçeğini açacak diye.

İlk çiçek en zoru. Diğerleri gelecek ama asıl zorluk o ilk çiçeği yaşatabilmekte. Meyve olabilmesi için, diğer çiçeklerinden bazılarını feda etmesi gerekiyor. İşte Limon ağacı ile bizim birleştiğimiz yerde tam burası. Aslında Limon ağacının karşılaştığı sorun, bizlerin her gün önümüze çıkan sorun ile aynı sorun değil mi? Bir karar vermeniz gerekiyor. Ya meyvenin yaşaması için ona yeterince besin ve enerji vereceğiz ya da bir diğerinin yok olmasına göz yumacağız. Üzülmememiz gerekiyor aslında. Her geride bıraktığımız, her attığımız yük yaşaması ve yaşatılması gereken meyve için değil mi?

Çocuklarımız da aynı Limon ağacının meyve çiçekleri kadar narin, ama bir o kadar da destek ve sevgi beklerken, bizler onlara yeterince destek ve sevgi verebiliyor muyuz? Kendimizi düşünmek yerine onlar için hayatımızdan neler feda edebiliyoruz?

Siz eğer kendi meyveleriniz için bir Limon ağacı kadar destek veremiyorsanız, bence oturup 
düşünmeye başlayın. Hayatın tadı, aslında Limon ağacının sırrında gizli.

Haftasonubabası

24 Mart 2010 Çarşamba

Kelimelerim yetmeyecek biliyorum ve gülüyorum.


Bundan 10 gün önce bu klavyenin önünde, ‘enter’ tuşuna basıp basmama konusunda kendimle savaşıyordum.  Parmağım tuş’un üzerinde ama bir türlü basmaya cesaret edemiyordum. Zordu bunca zaman üstünde kafa yorduğum, her parçasının mükemmel olmasını istediğim bir hayali hayata geçirmek.Bu kadar çok düşünmeye rağmen hala mükemmel olmadığını biliyorum. Tanrı bizlere hayat verirken ne kadar çok düşündü acaba?

Kafamda dolaşan binlerce tilki, ya hata yaptıysam sorusu, tuşa basınca geri dönüşü olmayacak olduğunu bildiğim yeni hayatım. İnsanların gelebilecek tepkileri,  çocuklarım, kaygılarım, bekli de korkularım, ya kimse beğenmez ise, ya altından kalkamazsam, çok beklenti yaratıp cevap veremezsem, ve bunlara benzer binlerce, yüzlerce değil, binlerce soru. Hepsi sadece sol serçe parmağımın ucunda, dışarı fırlamayı bekliyorlardı.

Ve benim serçe parmağım artık o yükü kaldırmadan dokunu verdi simsiyah klavyenin ‘enter’ tuşuna…..

Aradan sadece 10 gün geçti.  Her geçen saniye, sadece kendim için değil, aynı durumda ki çocuklar ve onlarla hayatı paylaşan ebeveynleri için doğru bir şey için ilk adımı attığımı anladım. Her geçen saniye daha da fazla anlıyorum.

Mutluyum, yüzümden gülümseme eksik olmuyor. İçim titriyor.  Daha hiç kimse ile yüz yüze tanışmamış olsam bile, paylaşımlar inanılmaz. Her saniye beraberce büyüdüğümüzü görüyorum, hissediyorum. Tüm korkularım, kaygılarım sanki başka bir enerji oldu, bana daha fazla, daha güzel, daha yaratıcı, daha umut verici olmam için yardım ediyor.

Kapılar kendiliğinden açılıyor, harika olanaklar önüme geliyor, paylaşacak o kadar çok şey oldu ki kelimeler yetmiyor, gülümsüyorum.

Her birinize, kalbi ile burada çocukları için bir şeyleri değiştirmek isteyen sizlere ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

İlginize, desteğinize layık olmak, çocuklarımıza sevgimizi aktarabilmek, hayatı beraberce yaşamak için daha çok çalışacağız….

Teşekkür ederim..

20 Mart 2010 Cumartesi

Hürriyet Gazetesi 20 mart 2010 Cumartesi ekinde çıkan röportajım. :-)

Yeşim Çobankent ve Inhouse İletişim'e yardımlarından dolayı teşekkür ederim.


Haftasonu Babaları


Rüzgar (6.5) ve Deniz (4), ebeveynleri boşanmış pek çok arkadaşları gibi babalarıyla sadece haftasonu vakit geçiriyor. Ancak onların babası “çocuklarıyla alışveriş merkezlerinde sıkıntıyla zaman öldüren erkek” klişesinden çok farklı. Haftasonu babalığı kavramına taptaze bir yorum getiren Rıza Reman, bu uğurda internet sitesi bile kurdu: “Bazı gerçekler antipatik olabilir ama çocuklarımızı sadece haftasonları gördüğümüz bir gerçek. İsterseniz bize ‘haftasonu babası’ yerine ‘haftaiçi bekarı’ diyebilirsiniz, zaten üyelerimizin de yarısı kadın!”

Üst düzey yönetici Rıza Reman (44) minik oğullarının heykeltıraş annesiyle evliliğini geçen yıl sonlandırdı. Öncesinde de bir yıl eski eşiyle ev arkadaşı gibi yaşadı. Sırf çocuklarının düzeni bozulmasın diye. Şimdi aynı gerekçeyle çocuklara yakın bir semtte oturuyor: “Çocuklar konusunda hiç kavga etmedik, şanslıyız. Küçük oldukları için velayetleri annelerinde. Ancak onlarla olabildiğince vakit geçirmem konusunda anlaştık. Bu konuda çok sıkıntılı hikayeler duydum. En aşırısı mahkeme kararıyla eve yaklaşması yasaklandığı için çocuklarıyla sadece gözetim altında iki saat geçirebilen bir baba.”
Reman boşandıktan sonra, babaların çoğu gibi çocuklarını haftasonu görmeye başladıysa da, onlardan çok farklıydı. Çünkü oturup bu konuda ciddi ciddi kafa yordu: “Bekar ebeveynlerin dertleştikleri bir akşam yemeği sırasında aklıma bir internet sitesi kurmak geldi. Bebek Parkı’nda haftasonu çocuğunun elinden tutup dolaşan en az 50 bekar baba görürürsünüz. Yapacak pek bir şey bulamazlar, aynı şeyleri ben de yaşadım. Seçenekler fast-food restoranları ve alışveriş merkezleriyle sınırlı ve doğrusu bir erkeğe de böylesi daha kolay geliyor. Erkeğe çocuk baktırmak zor iş, kadınlar kadar ehil değiller. Bu konuda danışabilecekleri insanlara da ulaşamıyorlar. İngilizcem iyidir, İnternette çok araştırdım ama yalnız bir babanın çocuğuyla nasıl vakit geçireceğine dair hemen hemen hiçbir bir kaynak bulamadım.”
Kendi babasının deneyimlerinden yararlanmak gibi bir şansı da yoktu Reman’ın, zira ailesini 20 yıl önce bir trafik kazasında kaybetmişti. Sadece yurtdışında yaşayan bir kızkardeşi olsa da, ailesiyle geçirdiği mutlu zamanları her zaman hatırlıyor. “Babam milli atletti, birlikte spor yapardık. Ailece yenen akşam yemekleri çok önemliydi.”

ÇOCUKLAR YAŞADIKLARI ŞEHRİ KEŞFETSİN 

Bir derginin beş yıl önce verdiği “İstanbul’da Çocuklarla Yapılacak 600 Şey” adlı ek; tam da bu konuda kafa patlattığı sıralarda imdadına yetişti: “Müzeler, oyun parkları, sanat atölyeleri, anaokulları, spor etkinlikleri vardı listede. ‘Madem yapılacak bu kadar çok şey var, deneyelim bakalım’ dediğimiz ilk eğlence, Olivium’daki tırmanma duvarıydı. Miniatürk’e ve yedi yıldır görmediğim Ayasofya’ya da gittik. Çocukların yaşadıkları şehri tanımalarını istedim.”
İş bu kadarla kalmadı. Rıza Reman internet sitesini kurduktan sonra oteller ve kulüplerle de işbirliği yaparak haftasonu programları düzenledi. Kampçılık, sörf, kayak ve yelken gibi sporların işe katıldığı etkinliklerdi bunlar: “Hocalardan birebir ders alındığı için bu tür sporların grup halinde yapılması daha mantıklı. 150-200 Euro yerine adam başı 15 Euro ödüyoruz. Mesela benim çocuklarımdan biri yüzme biliyor, diğeri bilmiyor. İkisine aynı anda yelken öğretmek ve idare etmek zor. Halbuki kendi yaş ve seviyelerinde başka çocuklar olsa işler daha kolay olacak. Hem grup psikolojisiyle, öğrenirken daha çok eğleniyorlar.”
Sitenin bir başka amacı da aynı durumdaki insanların sorunlarını paylaşmak: “Çocuklarla babalar arasındaki bağ haftanın 5 günü kopuk, 2 günü de alışveriş merkezlerinde geçerse hiçbir şey olmuyor. Birbirlerine güvenleri, sevgileri ve saygıları zor gelişiyor. Yapılanlar kısıtlıysa, paylaşılan şeyler de sınırlı. Keşke insanlar boşanmasa ve çocuklar anne-babalarıyla bir arada büyüse. O süreç yeterince sancılı, sonrası daha da zor. Çıkış noktam şu; tamam ilişki bitti ama artık çocuklarla yeni bir hayat düzeni kuralım. Yalnız kalınca, bu düzende çok fazla şeye ihtiyacınız olduğunu anlıyorsunuz. Kadınların dayanışma içinde akıl alabilecekleri çok insan var. Oysa erkekler neredeyse tamamen yalnız kalıyor ve kendi başlarına bir şeyler yapmaya çalışıyor. Boşandığınız için bu konuları çiftlerle konuşamıyorsunuz, evlilikten çıktığınızdan kadın arkadaşınız olmuyor, erkekler de pek bir şey bilmiyor. Ben çok zorlandım, ki pek çok babaya göre şanslı sayılırım. Çocuklarımla doğduklarından beri ilgilendim, altlarını temizledim. Yemek yapabilen bir erkeğim.”

ÇOCUĞUMUZLA BİRLİKTE BÜYÜYELİM

Reman hayatını çocuklarına göre düzenliyor; iş seyahatlerini haftaiçi yapıyor, pazar akşamlarıyla perşembe arası sosyalleşiyor. Yine de “ihmalkar boşanmış babaların” hesabını ondan soruyoruz: “Erkekler buna biraz da zorlanıyorlar galiba. Yalnız kalınca, ne yapacaklarını bilememenin korkusuyla kaçıveriyorlar. İlişkinin nasıl bittiği de önemli, bir hayatı geride bırakmaya çalışırken çocuklarını ihmal edebilirler. Böyle genellemelerden kaçınıyorum ben, çünkü tanıdığım çok iyi babalar ve hayatını değiştirmek için çocuklarından uzaklaşan anneler de var.”
Reman ise çocuklarının hiçbir anını kaçırmak istemiyor: “İlk adımlarını gördüm, ilk sevgililerini görmek de istiyorum. Çocuk doğduğunda kuracağınız bağı 13-15 yaşından sonra kuramazsınız. Boşandığınızda o bağ biraz gevşiyor ister istemez ama ucunu bırakmadan sıkı sıkı tutalım ve çocuklarımızla beraber büyüyelim. Bu bağın kurulmasına en küçük bir katkıda bulunmak bile beni çok mutlu eder. Boşanırken çocuklarının düzenini fazla değiştirmemek ve tutulmayacak sözler vermemek de önemli. Siteyi iki hafta önce açtığımda sadece erkeklerle kısıtlanmasın diye haftasonu ebeveyni demek istedim aslında, fakat bu laf kulağımı tırmalayınca haftasonu babasında karar kıldım. Ama isterseniz haftaiçi bekarı da diyebilirsiniz, zaten üyelerimizin yarısı kadın!” www.haftasonubabasi.com



11 Mart 2010 Perşembe

Yeniden ilk adım

Kendi ilk adımımı hatırlamıyorum. Herhalde ilk adımımı atmak için hem çok cesaretli, hem de çok istekli olmuş olmalıydım. Tahminen onlarca denemeden sonra, bir iki popo üstü oturma, yüz üstü kapaklanma, sağa sola çarpmadan sonra önce bir yerlere tutunarak ve çevremden yardım alarak, daha sonra ise herhalde gözümü karartıp o ilk adımı atmışımdır.

Çocuklarımın attıkları ilk adımları sanki şu an yanı başımdalar gibi net hatırlıyorum. Annelerinin elini bırakmamak için kendileri ile verdikleri savaşı, benim elime olan uzaklığın gözlerinde nasıl büyüdüğünü, hiç aşılamaz gibi gelen o bir metrelik mesafeyi gözlemlemelerini, etraflarından gelen destek dolu sözcüklerin onlara sağladığı gücü, düşmekten artık korkmadıklarını hem kendilerine, hem de en büyük destekçileri olan bizlere kanıtlama arzularını ve en önemlisi artık kendi başlarına ayakta durup adım atmaları gerektiğini hissetmelerini hatırlıyorum. Şanslı bir babayım. Her iki oğlumun ilk adımlarını görme şansına eriştim.

Peki, bizler kendi başımıza ayakta durmayı, yürümeyi, koşmayı, sıçramayı ve hatta yüzmeyi bile biliyorken, neden yere düştüğümüz zaman tekrar ayağa kalkıp o ilk adımı atmakta bu kadar zorlanıyoruz? Boşanmak, ayrılmak, hatta sevdiklerimizi kaybettiğimiz zaman tekrar ayağa kalkıp o ilk adımı atmamız, her şeyi bilmemize rağmen, neden bu kadar korkutucu ve zorlayıcı oluyor?

Çocukların attıkları ilk adımda yaşadıkları ile bizim kendi hayatımızda yeniden ilk adımı atmak arasında o kadar çok benzerlikler var ki. Bizler de aynı çocuklar gibi hayatımızın bir dönemini paylaştığımız insanların ellerini bırakmak istemiyoruz. Her zaman bizim elimizden tutmasını, her an yanımızda olmasını istiyoruz. Bekli biraz daha fazla sarılabilmek, bir kere daha öpebilmek istiyoruz. Onun aslında orada olmadığını düşünmüyoruz. Çocuklarımızın ayakta kalması için onları desteklerken biz, ellerimizin boş kalma hissinden korkuyoruz.
Bir adım atmadan önce biz yalnız yürümemiz gereken mesafeyi tahmin edemiyor, daha adımımızı atmadan, mesafenin çok uzun olduğunu hayal ediyoruz. Etrafımızda her zaman bize destek çığlıkları atan dostlarımızı, arkadaşlarımızı, hatta ailelerimizi görmemezlikten, duymazlıktan geliyoruz. Onlar avazları çıktığı kadar tezahürat yaparken, biz ayağa bile kalkmadan yükseklikten korkuyoruz.En önemlisi, cesaretimizin olmadığını düşünüp ilk adımı atmamız için içimizden gelen hatta fışkıran arzu ve cesaretimize bile sırt çeviriyoruz.
Belki uzunca bir süre, beklide yaşadığımız olaydan sonra tüm hayatımız boyunca, içimizden ve çevremizden gelen o harika, mutluluk, coşku dolu seslere kulaklarımızı tıkayıp, kendi kabuğumuz içinde, artık olmayan elleri tutmaya çalışıp ayağa kalkmaya bile çalışmıyoruz.

Ben çocuklarımın ilk adımları atması için onlara nasıl destek verdiysem, şimdi de onlara hayat yolunda düşe kalka nasıl koşmaları gerektiğini öğretiyorum. Sevgi ile, mutlulukla, destekle koşarken düşebileceklerini, kendi başlarına ayağa kalkmaları gerektiğini ve kendi başlarına daha az düşmeleri gerektiğini öğretmeye çalışıyorum. Hiçbir zaman bana bakıp düştüğünde yerde kalan değil, aksine her düşüşte daha gülcü, daha heyecanlı, daha azimli, ayağa kalkan bir ve kaldığı yerden koşmaya başlayan örnek görmelerini sağlıyorum. Artık ellerini tutarak değil, yan yana koşarak hayatı yaşamamız gerektiğini öğretiyorum.
Hepimizin bir noktada öğrenmek zorunda kalacağı gibi…..
Yeniden ilk adım atmayı öğretiyorum.Bende onlarla yeniden ilk adımlarımı atıyorum.
Hafta Sonu Babası

7 Mart 2010 Pazar

Aşkın yerini yemek alınca!

Benim için hayatta iki şey var ki içinde Aşk olmayınca hiçbir şeye benzemez.
Birincisi evlilik, diğeri yemek.
Her ikisi de aşk ile yoğrulduğu zaman lezzetli ve keyif verici olur.
Peki, aşkın yerini yemek alırsa?
Biten bir aşkın ardından gelen günlerde daha çok yemek yer misiniz yada yemek yapmaya daha çok zaman harcayıp çok usta bir aşçı mı olursunuz?
Peki, âşık olup da kilo alan arkadaşınız oldu mu hiç? Başka şekilde irdelersem, aşk bitince kilo almayan arkadaşınız oldu mu hiç?
Neden o zaman evlenen erkekler/kadınlar hemen kilo alırlar? Yoksa evlendikten sonra aşk sona mı eriyor? Evlilik öncesi süper bir sporcu olanlar neden evlendikten sonra sadece televizyon karşısında zaman geçirmeye başlıyor?
Ne kadar çok kombinasyon çıkartabildiğime ben bile şaşırdım.
Peki, aşk bitince, özlenen sıcaklığı, mutluluğu ve aşk’tan aldığımız hazzı yemeklerden mi almaya başlıyoruz? Yemek hayatımızda boşalan yerleri doldurmanın en kolay ve en leziz yolu olabilir mi?
Aşktan sonra, hele de çocuklu bir evlilikten sonra belki bu kadar çok yemek ile haşır neşir olmak bizim için değil ama çocuklarımız için faydalı olabilir.
Yemek hiçbir zaman gerçek aşkın yerini tutmasa bile ona bir alternatif olabiliyor, sadece bizi bir sonra gelecek olan aşkı yakalamamız için biraz ağırlaştırıyor.
Her yemekten ve her yeni aşktan mutluluk duymanız dileği ile….
Hafta Sonu Babası

2 Mart 2010 Salı

Yerdeki arabalar...

Yaşamak, paylaşmak, hissedebilmek, sevmek, hem de delicesine sevmek izler bırakıyor arkasından. Bazılarını silip atmak kolay, bazılarını zamana bırakmak gerekiyor, kimi izler ise hiçbir zaman yok olmuyor hayatımızdan. İlişkilerimiz, işimiz, çocuklarımız.
Aynı acı gibi, başta çok yakıyor ama zamanla geçiyor. Bazılarını hatırladığınız zaman bile diliniz uyuşuyor, diğerlerinde ise sadece unutuveriyorsunuz yalnızca o acıyı tekrar tadana kadar.
İlişkilerimiz, geçmişte yaşadıklarımızın çoğu üzerimizde izler bırakarak, olmaları gerektiği yere gitmişlerdir. Her ne kadar onları unutsak yâda unuttuğumuzu düşünsek bile bıraktıkları izleri gördükçe, yaşadıkça, hissettikçe anlarız aslında bizi terk etmediklerini.
Bazıları acı olmasa bile, bıraktıkları izin ağırlığı ve üzüntüsü yoğundur. Tıpkı bu hafta sonu çocuklarımın yerde bıraktıkları oyuncak arabaların bende bıraktığı üzüntü gibi.
Bundan sadece bir gün önce, o küçücük, onlar için o andaki en değerli arabalar şimdi tek başlarına boyunları bükük duruyorlar sessizliğin içinde. Sanki dokunulmak ister gibi, sanki sağa, sola fırlatılmak ister gibi.
Hangimiz isteriz savrulup gitmek? Beklemediğimiz bir anda duvarlara doğru fırlatılmak? Ama orada duruyorlar işte öyle sessizce. Kaderlerini, sahiplerini bekliyorlar, gelip fırlatsın diye. Hayatı sahipleri ile yaşamak ister gibi, onlar bana, ben onlara bakıyorum gecenin boşluğunda.Sahiplenilmek isteyenin kim olduğunu bilmeden.
Onlar birazdan başkası tarafından kutularına girdiğinde, ben sahipsiz kalıp kutuma konulmak için bekliyor olacağım. Belki de bir duvardan diğerine savrulabilmek için. ,
Sadece kalan izler olacak yarın sabah hayatımda. Her sabah boşluğa uyandığım gibi…
Tekrar yeni bir hafta sonunun gelmesi beklerken….
Haftasonubabası

Heyecanlıyım!

Her yeni sayfa açıldığı zaman içimde tarif edilmez bir heyecan duyuyorum. Bu günde o günlerden bir tanesi.
Yeni bir başlangıç, yeni umutlar, merak, bir şeyi yaratabilmenin ve onu hayata geçirebilmenin gururu, biraz karın ağrısı, biraz düşünce. Tüm bu duyguların yanı sıra anlamsız bir huzur hissi.
Bugün en sonunda hafta sonu babası projesini başlatmak için düğmeye basıyorum.
Umarım kendi çocukları için, benim kendi çocuklarıma hissettiğim  gibi hisseden babaların ve hatta aynı durumdaki annelerin, zevk alabildiği harika hafta sonları geçirebiliriz.
Rıza


Çocukları ile sadece hafta sonlarını geçirmek zorunda olan babalar için…


Çocuklarımız ilk dünyaya geldiği zaman onlarla en güzel zamanları geçireceğimizi düşünmüştük. Büyümelerini görmek, ilk attıkları adımlara tanık  olmak, ilk balığı beraber yakalamak, ilk kağıttan uçağı yapmak, ilk kelimelerini okumalarını dinlemek, ilk aşklarını bizimle paylaşmalarını ve daha bir sürü güzel şeyi beraber yapacağımızı düşünmüştük.
Simdi onlar ile geçirebildiğimiz sadece hafta sonlarımız kaldı. Her hafta sonunu sayar olduk. Çocuklarımız ile birlikte geçireceğimiz o kısacık iki gün boyunca daha iyi nasıl vakit geçirebileceğimizi düşünüp planlar yaptık. Planlarımızın bazılarını uygulayabildik, bazı haftalar ise yapacak hiçbir şey bulamadık, biraz panikledik. En sonunda da bir alış veriş merkezinin içinde buluverdik kendimizi. Zaman geçirmekten öte, zaman öldürmeye çalışır olduk.
www.haftasonubabası.com  sitesini yaratırken, öncelikle babalar ve çocukların kısıtlı zamanlarını birbirleri ile olan ilişkilerini kuvvetlendirebilmek, AVM’ler ve fast-food yemeklerin dışında da yapılabilecek hem eğlenceli, hem eğitici bir çok aktivitenin beraberce yapılmasına olanak sağlayan organizasyonlar düzenlemek,  duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak,  grup halinde yapılınca eğlenilecek ortamları yaratmak, bazen ihtiyaç duyduğunuz ama ulaşmakta zorlandığımız bilgileri sizlerle paylaşmak istedim.
www.haftasonubabasi.com sizlerle büyüyecek, sizlerin öneri ve görüşleri doğrultusunda şekillenecek,  sizlerin ve çocuklarınızın katılımı ile belki de dünyada örneği çok az olan bir topluluk oluşturacak.
Şu anda test yayını olarak başladığımız sitemizde etkinlik programı hazırlıklarımız devam ediyor. Mart ayı ortalarından itibaren sizlere bol eğlence ve dolu dolu hafta sonları sunacağız.
Hafta sonunu çocukları ile geçirmek zorunda olan tüm anneler de grubumuza katılabilirler.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Nerede Kalmıştık?

Bundan seneler önce, bütün hayatımı değiştirecek bir karar aldım. Bir kararın hayatımı bu kadar kökten değiştirebileceğini hiç bir zaman düşünmemiştim. Hangimiz düşünmüştür ki?

Her gün bir şeyler için karar veriyoruz. Bazen küçük, bazen bizim için oldukça büyük olduğunu düşündüğümüz kararlar alıyoruz. İtiraf etmeliyim ki, bu güne kadar aldığım hiç bir karar evlilik kararı kadar  hayatımı değiştirmedi.

İş ile ilgili karalarımda, bazen hiç beklemediğim halde çok başarılı oldum. Bazen çok başarılı olacağımı düşündüğüm kararlarımın sonucunda, ummadığım kadar başarısız oldum. Sonuçları her ne şekilde olursa olsun,ertesi sabah uyandığım zaman, kaldığım yerden devam ettim ve yeni kararlar alıp, bazen yaptığım hataları düzelttim, bazen yakaladığım başarının tadını çıkarttım.
Evlilik kararı aldığım zaman bir hayalim vardı. Sonsuza kadar sürmesini dilediğim mutlu, neşeli, sevgi dolu, sıcak, bir aile kurmak ve her ne olursa olsun, ailem için yapılabilecek her şeyi sonuna kadar yapmak, ne kadar zor olursa olsun asla vazgeçmemek. Evlilik için seçtiğim kadını mutlu etmek, ondan ışık saçan çocuk sahibi olmak, akşam aileme sarılıp uyumak. İşten geldiğimde kapıda beni karşılayıp sarılan çocuklarımın hayali, onların ilk adımları, ilk Baba demeleri ve onlarla birlikte büyümek, adam olmak.Bu sefer doğru kararı verip, doğru insan ile bu hayali gerçeğe dönüştürmek istemiştim. Olmadı.

Şimdi hala aynı hayalin en önemli kısmını gerçeğe dönüştürme şansım var.Mutlu olmak!

Nerede Kalmıştık?

Evlenmeden önce ne yapıyordum? 
Bu yazıyı yazana kadar pek düşünmemiştim aslında. Eğleniyordum, bolca gülüyordum, bol bol spor yapıyordum, arkadaşlarımla an’ı paylaşıyordum, seviyor ve sevildiğimi zannediyordum. Hala sevildiğimi zannediyorum!

Peki o zaman ne değişti? Bence hiç birşey değişmedi, değişen sadece zaman ve zaman ile olan uyumluluk. O zaman, zaman’a uyduğumuz da aslında biz hala biz, sizde hala siz’siniz.

Her şey eskisi gibi ise, o zaman değişen ne? Biz miyiz, zaman mı? Yada, yanlarında olmaktan her an mutlu olduğum çocuklarım mı? 

Eee,nerede kalmıştık  o zaman ?

Haftasonubabası




17 Şubat 2010 Çarşamba

Boşluk....!


İçi dolu olmayan her şey boşmudur sizce?
Uzay kocaman bir boşlukmudur?  Simsiyah karanlık.
Yada tek başınıza evde oturuken eviniz boşmudur?
Bence boş olan hiç bir şey yada hiç bir yer yok.
İçi dolu olmayan her hangi bir neseneyi gördüğünüzde, aslında sizin boşluk olarak gördüğünüzün, her köşesinin hava ile dolu olduğunu unutuyorsunuz?
Uzaya bakınca aslında gördüğümüz boşluk değil, sadece karanlık madde. Biz onu boş olarak algılamak istiyoruz.
Tıpkı hayatımızda, yanlızlığımızda,  kendi başımıza evimizde, hatta bazen İstiklal caddesinin o karmaşasında, boşluk olduğunu düşünüyoruz.
Ayrılıktan sonra evde kendi başımıza kaldığımızda, çocukların o karmaşası haftanın ilk gününde sizinle olmadığı zamanlarda, işiniz olmadığı anlarda, boşluğu hissediyorsunuz.
Ne kadar şanslı ve aslında etrafımızın ne kadar dolu olduğunu düşündünüz mü hiç?
Aslında uzun zamandır aramayı unuttuğunuz arkadaşlarınız ile  yeniden görüşmeye başlamadınız mı?
Yapmak isteyipte, sizi kısıtlayan bağlar yüzünden yapamadıklarınızı yapıyormusunuz artık?
İstediğiniz zaman evinizde tek başınıza oturup, istemediğiniz zaman kendi seçtiğiniz, hiç bir kısıtlaması olmayan, size yeniden yaşam gücü verdiğini bildiğiniz herhangi bir şey yapmıyormusunuz?
Aslında boşluk, sadece bizim boş olduğunu düşündüğümüzdür. Hiç bir zaman boş olmayan, sadece bizim seçimlerimizin bir yansımasıdır.
Yanımızda çocuklarımız olmadığı zaman, boş olduğunu düşündüğümüz alan, aslında bizim olmasını istediklerimizi koyabileceğimiz fırsatlardır.
Nasıl  her anımızı çocuklarımız ile doldurabiliyorsak, şimdi bu alanları yeni mutluluk kaynakları ile doldurabiliriz......Mutluluk kaynaklarını bulmak içi çok uzaklara gitmeye gerekde yok, sadece biraz dikkatli bakabilirseniz, onların size ne kadar yakın olduğunu görebileceksiniz.
Mutluluklar sizin seçiminiz olsun......Boş olduğunu zannettiğiniz her alanı doldursun.

Haftasonu Babası

18 Ocak 2010 Pazartesi

Hiç hakikaten aşık oldunuz mu?

Hani gözlerinizi karatan, ayaklarınızı yerden kesen, dünyada ki diğer yaşamlardan sizi uzaklaştıran, buz gibi havada siz donarken bile ceketinizi, hatta neredeyse gömleğinizi üzerinizden çıkarttıracak kadar ateş dolu, gözlerine baktığınızda, etrafınızdaki her şeyin yok olduğu bir bilmece kadar sizi kör edebilen, pembe bulutlar üzerinde, değil yürümek, sizi koşturacak kadar heyecan dolu, sizi siz olmaktan çıkarttığını bile fark etmediğiniz kadar aşık oldunuz mu hiç?

Peki, hiç gözlerinin içinde kaybolduğunuz, sarılmaktan ve sıcaklığından hem gurur hem de haz aldığınız, paylaştığınız yatağın en güzel ve en sıcak yerini terk edip, belki üstünüz açık, biraz üşüyerek uyuduğunuzu bile fark etmediğiniz, uyandığınızda ilk kendinizi değil de Onu düşündüğünüz ve her yeriniz tutulmuşken hala kendinizi fark etmediğiniz zamanlar oldu mu hiç?

Sarıldığınız zaman, dünyanın durduğu, bir küçük gülümseme ile içinizin eridiği, hiç ayrılmak istemediğiniz halde, zorunlu olarak ayrı kaldığınızda, aklınızda çıkmayan, düşündüğünüzde içinizin titrediği bir aşk’a sahip olacak kadar şanlı mısınız?

Tanıdık, tanımadık herkesin önünde her anından ve her zerresinden zevk duyduğunuzu haykıracak kadar sevgi dolu oldunuz mu?

Kelimelerin yetmediği, her anından mutluluk ve huzur duyduğunuz, en sinirli anınızda bile hakikaten sinirlenemediğiniz, uzakta kaldıkça özleminizin arttığı, özledikçe sevginizin yoğunlaştığı, o harika duyguyu yaşadınız mı?

Bu ya da buna benzer duyguları yaşamayı başarabilmişseniz şanslı azınlıktansınız demektir. Peki, aynı duyguları iki ya da üç kişi için aynı anda hissettiğiniz oldu mu? Ya da aynı anda birden fazla sonsuz Aşk yaşadığınız?

Kalbinizin aynı Aşk’ı aynı anda birden fazla kişiye verebileceğinizi hiç fark ettiniz mi?

Adına ister Aşk, ister sevgi deyin. Sadece bu kadar yoğun, bu kadar yapıcı ve en güzeli, ne kadar çok verirseniz o kadar çok alabildiğiniz bir tek sevgi var. O da çocuklarımıza verdiğimiz ve onlardan aldığımız sevgi.

Her zaman yatağımın en güzel yeri onların olacak, her zaman en fazla sevgim onlara gidecek, onlar büyürlerken belki ben yatağımdan vazgeçeceğim ama onları sevmekten asla vazgeçmeyeceğim.

Hafta sonu babaları, şu anda onlara verebileceğimiz tek şey sadece hakiki sevgi. Verebildiğimiz kadar verelim. Karşılık beklemeden, sınırsızca, eminim ki verdiğimiz her damla sevgi, onlara kendi yollarında ilerlemeleri için, almaya çalıştığımız en pahalı oyuncaklardan ya da hediyelerden daha fazla yardımcı olacaktır.

Haftasonu Babası

7 Ocak 2010 Perşembe

Hayallerimizi ne zaman kaybettik?

Bir sabah uyandığınız zaman, hiç bir hayalinizin kalmadığı, yada tüm hayallerinizi gerçekleştirip, bir anda hepsinin yok olduğunu gördüğünüz bir gününüz oldu mu?

Benim oldu...Malesef.

İşin güzel tarafından bakmak gerekirse, ben hayallerimin tümünü gerçekleştirdiğim zaman, tüm hayallerimin yıkıldığına ve sadece bir kaç gün içinde hepsinin yok olduğunu gördüm. Belki, çok şanslıyım çünkü hayat her seferinde bir öncesinden daha güzelini verip, kayıp etmiş olduğum hayallerin yerine yenilerini koymam için bana yardım ediyor. Size de bu yardımın geldiğini düşünüyorum. Peki siz gelen yardımları kabul ediyormusunuz?

Çok mutlu bir aile içinde büyüdüm. Bazen gerçek dışı olabilecek kadar güzel bir çocukluk ve hatta gençlik hayatı yaşadım. Yaşadığım zamana göre, bir çok insan için hayal olabilecek imkanlar, ailem sayesinde zaten önümde duruyordu. Her birinden, sadece ben değil, etrafımda bulunan herkez ile beraber faydalandık. Çok eğlendik, çok güldük, çok spor yaptık. Mahallece desem pek de abartmış sayılmam. (mahalleden, faydalanmadım diyen çıkarsa, sadece istemedikleri için faydalanamamışlardır diyebilirim).

Bütün bu hayalin içinde yaşarken, bir sabah uyandığımda, bunların hiç birisinin olmadığını gördüm. Üzüntü, desem üzüntü değil, hayal kırıklığı, desem hayal kırıklığı değildi olan. Sadece, o anda elimde ne olan ne varsa, hepsi buharlaşmıştı. Arkadaşlarımın dışında.

Sonra hayal kurmaya başladım. Benim hayallerimi. İçimde yaşayan ve olacağına en az adım kadar emin olduğum hayalleri. Her birini bir sayfaya cizdim, elimden geldiğince. Çok olmadı. Belki beş, altı sayfa kadar. Kara kalemdi hepsi. Elimde kalan, bir tek o kalemdi gerçi. Her çizdiğimde, mutluluk çizdim. Her kağıda dokunduğumda, hayata nasıl bağlı olduğumu, kesilemeyecek, kopartılamayacak kadar güclü bağları cizdim. Sadece beş sayfaya. Bu güne kadar yaşadığım hayatı çizdiğimi fark etmiş olsam, daha fazla çizermişim. Hayal işte. Geldiği kadar çizebiliyor, yada hayal edebiliyor insan.

Gün geldi, devran döndü. Aradan geçen yaklaşık yirmi küsür yıl sonra geriye bakınca gördüm. Çizdiğim, hayal ettiğim her şeyi, evlilik, ev, araba, spor, çocuklarım, seyyahatlerim, aşkım ve en önemlisi arkadaşlarımı yaşamışım ve yaşıyorum. Şanslıyım.

Gerçekleştiremediğim yada yarım kalan ne kaldı diye düşünüyorum.

Hayallerin sınırı varmıdır? Yada hayallerimizi yeterince uzun mu tutmadık? İstediğim herşeyi gerçekleştirmişken neden, hepsi bir gün, bilemediniz en fazla bir hafta içinde çöküp, geri dönülemez şekilde yok oluverdiler.

Yeterince uzun vadeli hayal kurmayı başaramadığım için olabilirmiydi? Yada, hayallerimizi gerçekleştiriken, almamız gerektiği hazzı yada bize gelen sinyalleri alamamak?

Peki hayallerimin ne olduğunu, onları gerçekleştirken, hayallerimi unutmak olabilirmiydi? Hayallerimizi gerçekleştirmeye çalışırken, acaba bambaşka birilerinin hayallerinin aracı mı olduk?

Hayallerimizi ne zaman kaybettik?

Yeni hayaller ve yeni gelecek yaratacak güce sahip olduğumu ve onu şimdiden yarattığımı biliyorum. (Dedim ya, ben şanslıyım). Sadece bu sefer hayallerimi sonsuza kadar sürdürmeyi öğrendim galiba.....

Bu sefer, hayallerimin içinde çocuklarımda var... Kurabildiğim kadar hayal kurup, bu sefer onları unutmamayı kendime hatırlatacağım...

Haftasonubabası.

5 Ocak 2010 Salı

WYSIWYG.“What You See Is What You Get”

Bu terimi kaçınız hatırlıyor?

1980’lerin sonlarında bilgisayarlarda kullanılan ve bir şeyi görmek için başka işlemler yapmana gerek olmadığını belirten bir terimdi.

Ne görürsen onu alırsın.

Bu terimi evlilik ve ilişkilere göre şekillendirebilirsek, harika bir atasözü olarak karşımıza çıkıyor.

Anasına bak, kızını al.

WYSIWYG yada Anasına bak kızını al. Çoğu zaman hepimizin gözüne sokulan ama hiç ilgilenmediğimiz küçük bir detay değil mi?

Sadece, bu atasözüne biraz önem vermiş olsak, yaşadığımız bir çok olay, aslında çok rahat önlenebilirmiş. Sadece, bu atasözünün doğru olduğunu anlayabilmek için, bir evlilik, iki çocuk, bir boşanma, geriye dönük sorgulama, biraz acı, biraz kanser,biraz mide ağrısı, biraz yanlızlık gerekti.

Bir ilişkinin sonunda, özellikle bu bir evlilik ise, hiç geriye bakıp annesi ile sevgiliniz yada karınız olan kişi ile onun ailesi arasında bir bağ kurabildiniz mi? Başka bir değişle, eşinizin annesinin yaşadıkları ve eşinizin korkularının aslında şu anda sizin yaşadığınız durumu ile olan bağını kurabildiniz mi?

WYSIWYG, aslında hepimizin yaşanmışlıkları, şimdi yaşadığımız hayatı etkiliyor ve şaşırtacak şekilde, aslında bizden önce yaşamış aile bireylerinin hayatı, aslında bizim yaşamış olduğumuz hayat ile bire bir örtüşüyor.

Eski hayatlardan, çocukluğumuzdan bu güne kadar gelen korkular hangi birimizin hayatında yok ki? Yanlız kalmaktan korkmak, karanlıkta kalmaktan korkmak, içki içen insanlardan korkmak, arkadaşsız kalmaktan korkmak, kalp krizinden korkmak, kanserden korkmak, ölümden korkmak, daha doğrusu sizin yetiştiğiniz ortamda, size korku salan herşeyden korkmak. Bunu açıkça söyleyemeseniz bile bu korkuların tümü sizi ve sizin eşinizle olan yaşantınızı etkilemedimi?

Aslında bu korkuları daha henüz ilişkinin başında görüyoruz ama her nedense görmemezlikten geliyoruz. Görmemezlikden geldiğimiz her korku ile bir gün yüzleşmek zorunda kalıyoruz malesef. Ne kadar yanlız kalmaktan korkuyorsak, hayatta o kadar yanlız kalıyoruz nedense. Ne kadar ailenin yıkılmasından korksak, ailelerimiz yıkılıyor. Ne kadar hasta olmaktan korkuyorsak o kadar çok hasta oluyoruz. Ne kadar ders yapmaktan korksak, simdi çocuklarımız ile on kat fazla ders yapıyoruz. Bu korkuları aslında işin başında gerçekten görüyoruz, ama korkularımızla yüzleşmediğimiz için, bizim başımıza gelmez deyip, o an için kendimizden uzaklaştırdığımızı sanıyoruz.

Gerçekten öylemi oluyor acaba?

Eşinizin hayatta en korktuğu şey, sizin de gördüğünüz ama önemsemediğiniz ne varsa, şimdiki hayatınıza bakın, eminim ki sizin de başımıza geldi yada gelmek üzere...Terside olabilir, sizin kendi korkularınız, paranoya olup size geri mi dönüyor.

Bakın hayatınıza, aynada nasıl kedinize bakıyorsanız öyle bakın ama, hiç bir kusuru gizlemeden, hiç bir hatayı saklamadan.

Ve o zaman anlayacaksınız WYSIWYG’in anlamını. Kendi korkularınızı, kendi hayatınızda tutuğunuzda, aslında sizin elinizde kalan sadece, kendinizin yüzleşebileceği korkular. Eğer ilişkinizde, size nelerin zarar verdiğini hakikaten tarafsızca görebiliyorsanız, gördüklerinizin aslında sadece sizin bir şekilde kaçtığınız yada saklandığınız gerçekler olduğunu anlayacaksınız.

Aslında, hayat bize olduğu gibi gerçekliği sunuyor. Onu nasıl yaşamayı kabul ettiğiniz veya nasıl bir süre saklamaya çalışacağınız ise sizin seçiminiz.

Gerçekler ile, gerçek anlamda yüzleşmeyi kabul ettiğimiz zaman, geçmişteki hatalarımızı görüyoruz. Kendimizden ve kendi gerçeğimizi olduğu gibi kabul edip, bir çözüm yaratmaya hala çalışmıyorsak, o hala kendi sorunlarımızı göremememizden kaynaklanıyordur. Başkalarının, sorunlarından değil....

WYSIWYG, gözlerinize ve size sunulan seçenekleri değerlendirin. Bu kendi başınıza kaldığınızda da olabilir, hala zaman geç değilse eşiniz ile de... hangisini seçeceğiniz size kalmış.....

Ben, kendi korkularımla yüzleşmeyi seçtim. Bu seçimden sonra gördüm ki, korkularım, korku olmaktan çıkıp bana hayatın eğlencesi olarak geri döndü. En azından, kendi korkularımı, çocuklarıma bir eğlence yapabildiğim ve onların en azından benim korkularımı yaşamak zorunda olmayacakları için şanslıyım..

Umarım, hepimiz aynı yolu çabucak geçebiliriz.....

Haftasonubabası

4 Ocak 2010 Pazartesi

Bir Kadını Mutlu edebilmek....

Hakikaten bir kadını mutlu ettiğinizi düşündüğünüz oldu mu?

Evet der gibisiniz! İçinizden kendinize ,evet ‘ben mutlu ettim’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Peki neden bunu acıkça ve rahatlıkla söyleyemiyorsunuz? Korkuyormusunuz yoksa?

Sizin mutlu ettiğinizi düşündüğünüz kadın’ın aslında hiç de mutlu olamadığını ve aslında size sinirlendiğini ve hatta gülümserken içinden ciddi ciddi benim bu adamla ne işim var diye düşündüğünümü anladınız yoksa?

En zor şeydir bence bir kadını mutlu edebilmek. Bu güne kadar ne zaman bir kadını çok mutlu ettiğimi düşünsem, oldukça kısa bir süre içersinde kendimi kapının dışında buluyorum; yada ne zaman bir kadını hiç mutlu etmek istemesem ve hakikaten mutlu etmemek için elimden geleni yapsam, güzel bir birlikteliğim oluyor.

Sizinde mi hayatınızdaki mutlu ettiğiniz kadınlarla kısa ilişkileriniz, mutsuz ettiğinizi sandığınız kadından çocuklarınız oldu?

Biz galiba biraz sığ düşünür olduk. Bunu anlamak için oldukca fazla mutlu, ama kısa; mutsuz, ama uzun, ilişki ve bir kaç çocuğumun olması gerekti. Derin düşününce, ben bir kadını mutlu etme düşüncesinde hiç bir zaman başarılı olamayacağımı anladım.

Düşünsenize, beraber olduğunuz kadına özel bir gün hediyesi alacaksınız , para probleminiz yok, eşinizin çok istediği hediyeyi (pahalı olsa bile) biliyorsunuz. Yani işin aslı, bu sefer mutluluk oyununda 1-0 öndesiniz. Tamam cebiniz biraz yanacak ama en azından güvenli yolu seçip onun sizden bir süredir ima yolu ile istediğiniz hediyeyi alacaksınız ve doğum günü akşamınız hem iki taraf için mutlu hemde en azından bir kaç gün bilinçsizce, bir kadını mutlu etmenin verdiği haz ile geçecek. Süper bir senaryo değil mi?

Kendinizden o kadar eminsinizdir ki, olacakları bilmeden, kadını mutlu etme hareketinden önce küçük şaklabanlıklar bile yapabilecek kadar enayisinizdir.

Kadını mutlu etme anı geldiğinde, her ikinizde süslenmiş yaklaşmakta olan kutlama için artık neredeyse hazırsınızdır. Ona aldığınız hediye yerine şaka olarak aldığınız imitasyon ve dandik hediyeyi verirsiniz. Amaç, sonradan gelecek olan büyük hediyenin kadın üzerindeki mutluluğunu arttırmaktır.

Yüzünüzde ve vücudunuzda kendinize olan güvenin tüm etkilerini gösteren bir yaklaşım ile kadınınıza ilk hediyeyi uzatırsınız.......

Bundan sonra olacaklar için hiç pişmanlık duymayın çünkü kendi kuyunuzu kazdınız bile.. O imitasyon hediye elinizden bir kere eşinizin eline geçti ve dönüşü olmayan paket açılma işlemi başladı..

Önce kadının yüzündeki gülümseme donup kaldı, sonra kaşlar aşağıya düştü, hatta saç çevresinde bir iki renk değişimleri oldu ve beklen mutlu kadın cevabı geldi : Bende bu hediyeyi ne kadar zamandır isitiyordum. Çok düşüncelisin. Teşekkür ederim. (hayatınızda farkında olamadığınız nice mutluluk yalanından birisi söylendi bile.)

Siz hala kendinizden emin olarak asıl hediyeyi çıkartıp verdiğinizde zaten iş işten geçmiştir. Asıl sizin o küçük şakanız hediyenin maddi manevi değerini yerle bir ettiği ile kalmamış gibi, ne size yüzde bir gülümseme ne bir mutluluk ifadesi nede herhangi bir teşekkür olarak geri dönmüştür.

Siz kendinize göre yaptığınız küçük şaka ile kendi kuyunuzu kazmış bu şakanız hakikaten kaka olmuş ve telafisi için daha yüksek bütçeli bir şey almaya vicdanen itilmişşinizdir. Gece hiç bir zaman sizin istediğiniz gibi geçmemiş hatta her fırsatta sizi toplum içinde yere sokacak imalar yapılmış ve sizde kendinizi alkole vurmuşsunuzdur.

Buna benzer bir erkeğin kendine olan güveni ile bir kadını mutlu etme hikayeleri anlatılabilir ama hiç biri mutlu son ile bitmez.

Biz olaylara erkek gözü ile bakmaya alışmışızdır. Bizim için mutluluk çok basit, çok küçük ego tatminleri ile ulaşılabiliyor olsa bile, hiç bir zaman beynimiz kadınların beyinleri gibi karmaşık çalışamaz. Ne kadar çabalasak çabalayalım, belki sadece küçük mutluluklar vermeyi başarabiliriz, çünkü bizim için mutluluk veren çoğu şey, kadınlar için sadece anlamsız birer süreçtir. Egoları tatmin olmadıkca, yada şanslı azınlıkta değilseniz, kadınları mutlu etmeyi başaramazsınız...Siz kendinize göre kadınınızı mutlu edecek küçük yada büyük mutluluk oyunlarına devam edebilirsiniz ama bunca yaşanmışlıktan sonra, bir kadını mutlu etmeye çalışmaktansa mutlu bir erkek ve mutlu bir baba olarak yaşamak belki de en iyi seçimdir bizim için. Yeterki bizim mutlu olduğumuz anlarda, bizimle mutlu olan çocuklarımızı mutlu edelim ve kendi küçük mutluluklarımızı onlarla paylaşalım.

Bu yazıdan alınan kadınlar mutlaka çıkacaktır, lütfen yukarıda yazılanların, benim gözümden yorumlar olduğunu göz ardı etmeyin. Umarım sizin önünüze, bir erkek gözünden faklı bakan bir erkek çıkmış ve mutluluğu yaklamışsınızdır.....

haftasonubabası

1 Ocak 2010 Cuma

Nerede hata yaptım?

Bilmiyorum.

Aslında bu hepimizin vereceği bir cevap değil mi? Hiç birimiz, nerde hata yaptık bilemiyoruz. Bize göre, kendi gözümüzden baktığımız zaman, hiç hatalı bir şey gözükmüyor. Peki hiç hata yapmayıp mükemmel, hatasız bir ilişki, evlilik yaşadıysak neden şu anda yanımızda, hayatımız boyunca iyi günde, kötü günde ayrılmayacağımıza söz verdiğimiz kişi yok? Belki de biz bir yerde hata yapmışızdır ama suçu, genelleyip şimdi yanımızda olmayana atıyoruzdur!

Ben hata yapmadım.

Bu yazıyı okuyan bir kişi çıkıp da bana, ben hayatımda ve ilişkilerimde hiç hata yapmadım derse, onunla bire bir yüzleşip, ne kadar yalancı olduğunu yüzüne söylemek isterim. Yalan söylemek, sadece karşındaki insana yalan söylemek değildir. Kendine en büyük yalanı söylersin aslında. Hepimiz bir gün, bir yerde, bir hata yapıyoruz. Yaptığımızın hata olup olmadığını bile bilmiyoruz. Siz hiç sonucundan emin olduğunuz bir matematik probleminin çözümünün aslında tamamen yanlış olduğunu, tüm gidiş ve sonuca ulaşma şeklinizin doğru olduğu ama sadece daha koyduğunuz ilk virgülün yanlış yerde olduğunu sınav sonucundan öğrenmediniz mi? Ben bir(kaç) lise sınav çıkışında 2 ile 2 yi çarpıp 5 bulduğumu bağıra bağıra haykırdığımda, sonucun 4 olduğunu öz annem bile bana söyleyememişti.

Biz de ilişkilerimizde 2x2=5 diyoruz çoğu zaman. Çünkü hem sonuçtan, hem de aslında çok basit olan yöntemden emin oluyoruz. Çok seversek, çok seviliriz; daha çok çocuk yaparsak, daha mutlu oluruz; eşimize ne istediğini verirsek, o da bizim istediğimiz herşeyi bize verir; aile ne derse desin, bizim evde benim borum öter; ne olmuş aramızda bir iki şiddet içerikli tartışma olmuşsa, benim eşim değil mi?; eminim siz bu örnekleri kendi hayatınızda, kendi deneyimlerinizle çoğalttıkça çoğaltabilirsiniz.

Peki bunca haklılık içinde hiç mi hata yapmadınız? Doğru insanla mı hayatınızın en büyük yeminini, bir de onca şahit önünde attınız? Hiç hatasız ve mükemmel olarak...

Mükemmellik ve kusursuzluk sadece masallarda ve artık iyiden iyice içimize giren sanal karakterlerde olur. Aslında mükemmel olmadığınızı ya da kusursuz bir ilişkiniz olmadığını sadece ve sadece en yakınınızdakiler, problem artık çözülemez durumda olduğunda size söylerler.

‘Sana hiç yakışmıyordu’’Duyunca şok geçirdik ama sana söyleyemedik’(Düğünümde litrelerce şampanya içerken öyle düşünmüyordunuz herhalde!) Sana hiç yakıştırmamıştık. (Neden önce söylemediniz o zaman, benden bir menfaatiniz mi vardı?), Hareketleri senin yanında çok yavan duruyordu.(Bunları gördüğünüze göre siz de benim yanımda değil miydiniz?), Ailesi sana yakışmıyordu.( Bunu ben bile fark ettim ama ben ailesi ile evlenmiyorum ki! – Keşke biri bana ailesi ile evlendiğimi söyleseydi-), Herşeyi sen yaptın, onu kraliçe gibi yaşattın bak oldu mu şimdi ( Ahanda oldu, boşandık. Hem size ne, ben hayatımdaki en önemli kadını kraliçe gibi yaşatmış ya da yaşatmaya çalışmışsam), Herşeyini yok ettin, ona değer miydi, ne kızlar vardı hayatında seni krallar gibi yaşatacak. (Kim kral olmak istemez ki, ama kral olamadıysam sebebi benimle ilgili olabilir mi? Belki mazoist bir ruhum var). Bu örnekler gibi binlerce yorum binlerce neden verebilirler size.

Sonuç....

Şu anda tek başınıza ve şanslıysanız haftada bir iki gün görebildiğiniz aşk meyveleri vardır hayatınızda. Evet hata yaptık. Hatanın büyüklüğü, küçüklüğü değil sonucudur önemli olan ve bu sonucu anlayabilmek, bu sonuç ile başa çıkabilmek ve hatamızı cebimize koyup bir sıfır mağlup olduğumuzu kabul etmektir yapabileceğimiz. Hayat devam ediyor ve hergün bir şekilde bir yerde bir hata yapıyoruz, neden onları sırtımızda bir yük olarak taşımıyoruz da, sadece evlilik ve ilişkide yaptığımız hataları sırtımızda senelerce taşıyoruz.

Bırakın, hatalar oldu bitti bile, sırtınızdaki bu yükle daha fazla hata yapacağınızı ve bu seferki hataların bazıları sizden, siz bu hayattan göçene kadar yanınızda olacak olan çocuklarınızın hayatını etkileyecektir. Hatalarınızdan kurtulun ve çocuklarınızın daha az hata yapmaları için taşıdığınız yükün ağırlığı ile kuvvetlenmiş olan siz, onlara yardım edin. Kendi yüklerinizi onlara yüklemeyin. Bırakın onlar da hata yapsın ama yaparken bilsinler ki arkalarında daha yere düşmeden onları tutacak babaları var... Ve bunu onlara hissettirin. Otoriter değil ama kalbinizden hissettirin, onların hepsi bunu anlayacak kadar büyüdüler bile...

Haftasonubabası